READING

Yaratma Cesareti ve Mimarlık Üzerine

Yaratma Cesareti ve Mimarlık Üzerine

Yaratma Cesareti, 1975 yılında sanatçı ve varoluşsal psikolog Rollo May tarafından kaleme alınmış ve sanatın yaratım sürecini irdeleme hedefinde olan bir kitap. Kitapta Rollo May, yaratıcılığın süreci, bilinç ve bilinçdışı ile ilişkisi ve kaygı ile bağlantısının yanı sıra başka birçok ilham verici konuya değiniyor. Kitap, yaratıcılık gerektiren aktiviteleri edebiyat, resim, heykelin yanı sıra bilimsel buluşlar, matematiksel formüller olarak da tanımlıyor. Daha önceki fikirleri yıkacak cesarette olan herkesin yaratıcılığa sahip olduğunu anlatıyor. Yaratıcı süreçte tıkanan, sıkıntıya giren, kaygılanan, endişelenen herkesin kendinden bir şeyler bulabileceğine inandığım bu kitabı herkese tavsiye ederim.

Kitabın Türkçe Baskısı

Kendisi de sanatçı olan psikoterapist Rollo May, yaratıcılık konusunun psikoloji tarafından yeterince ele alınmadığını düşünüyor. Yaratıcılığın sadece sonuç ürününe odaklanan önceki araştırmalar, genellikle sanatçıların nevrotikliği üzerine odaklanmış. Fakat May, yaratma sürecinin en az sonucu kadar ilginç olduğuna inanıyor ve bu kitabı yazmaya karar veriyor. Kitabın ilk bölümü adını kitabın isminden alıyor. Bölüm, cesaretin tanımını yaparak başlıyor ve insanın cesur olması gereken olaylarda umutsuz kalabileceği birçok durumla karşılaşabileceğini söylüyor. Cesaretin umutsuzluğun olmadığı yerde değil, tam tersine umutsuzluk varken var olabileceğine inanıyor:

Cesaret, …umutsuzluğa rağmen ilerleyebilme yetisidir.

Cesareti insanın duygularının ve hareketlerinin bir yapı taşı olarak tanımlıyor ve bu cesareti fiziksel, moral, toplumsal ve yaratıcı cesaret olarak sınıflara ayırıyor. Cesarete sahipken aynı zamanda her şeye şüphe duymamız gerektiğini aktarıyor ve bunu da cesaretin paradoksu olarak tanımlıyor. Ancak hem cesur hem şüpheci olduğumuz zaman ilerleyebileceğimizi belirtiyor, ve sonrasında yaratıcılık ve cesaret ilişkisini tanımlamaya başlıyor:

Yaratıcılık ölümsüzlük için duyulan bir özlemdir. Biz insanlar ölmemiz gerektiğini biliyoruz. Ne gariptir ki, ölümden söz edebiliyoruz. Biliyoruz ki, her birimiz ölümle yüzleşecek cesareti geliştirmeli. Bununla birlikte ona baş kaldırmalı ve onunla mücadele etmeliyiz. Yaratıcılık bu mücadeleden gelir – yaratıcı edim başkaldırıdan doğar. Yaratıcılık sadece gençlik ve çocukluğumuzun masum kendiliğindenliği değildir; yetişkin bir insanın tutkusuyla birleştirilmelidir – kişinin ölümünden öte yaşama tutkusu. İnsanlık durumumuza en çok uyan sembol, Michelangelo’nun yaptığı, taş kapanlarında kıvranan, çırpınan eserlerin bitmemiş heykelleridir.

Kitapta bahsedilen başka önemli bir konu ise kaygının yaratıcılık ile ilişkisi. Yeniyi arayan, üretme çabasında olan herkesin içinde bir miktar kaygı barındırdığına inanıyorum. Picasso da bu konuda:

Her yaratma edimi, ilk önce bir yıkma edimidir.

demiştir. Yeni bir şeyler yaratmak gerçekten de önceki düşünceleri, biçimleri, inanışları yıkarak gerçekleşir. Daha önceden yapılmış bir resmin reprodüksiyonunu yaparken kimse kaygı duymaz. Çünkü bu resim daha önceden yapılmış, insanlar tarafından kabul görmüştür. Aynı şekilde tekrar tekrar uygulanmış mimari formları yeniden çizmek bir cesaret gerektirmez. Fakat yeni bir şeyler deneyen insan daha öncekileri yıkmış olur.  

…kaygı, karşılaşmada meydana gelen benlik-dünya ilişkisindeki sarsıntının ayrılmaz bir refakatçisidir. Hissettiğimiz kaygı geçici bir köksüzlük, yönsüzlük; bu kaygı hiçliğin kaygısı. …yaratıcı insanlar … kaygıyla yaşayabiliyor olmalarıyla ayırt ediliyorlar. Yokluktan kaçmadan, onunla karşılaşarak ve güreşerek, onu, varlığını üretmeye zorluyorlar.

Kitapta yaratıcılığın sınırları üzerine de tartışılıyor. Yazar bu sınırları, negatiften çok pozitif olarak tanımlamış.

Bilincin kendisi bu sınırların farkına varılmasından doğup çıkar. İnsan bilinci varoluşumuzun ayırt edici yanıdır; sınırlamalar olmasaydı onu asla geliştiremezdik. Bilinç, olanaklar ve sınırlılıklar arasındaki diyalektik gerilimden doğup gelen bir farkındalıktır. …Bilinç, cennette yasak olarak konmuş bir sınıra karşı mücadeleden doğmuştur.

Mimari projelerde sınırlamaları hep faydalı bulmuşumdur. Bunu başkaları tarafından kısıtlanmamız gerektiği anlamında söylemiyorum, fakat proje sürecinde hep kendi kendime kurallar koyma ihtiyacı hissetmişimdir. Oluşturulan proje konsepti bence yapılabilecek en yaratıcı sınırlamalardan birisidir. Yeni fikirler oluşturabilecek bir kurallar dizisi oluşturulur, bu esnada seçilmeyen diğer konseptler devre dışı bırakılır. Proje sürecinde verilen her karar yeni bir sınır getirir ve her yeni sınır yeni olasılıklar doğurur. Belki de bu sebeple hiçbir zaman proje bitmiş gibi hissedemeyiz.

Rollo May

Rollo May yaratıcılığın genellikle sanatçıların akıl hastalıklarıyla bağdaştırıldığını ve bu konuda doğru düzgün araştırma yapılmadığını düşünüyor. May’e göre yaratıcı sürecin en önemli özelliklerinden birisi; hem bilincin hem de bilinçdışının çarpışarak üzerinde çalışılan konuya etki etmesidir. Yaratıcılık gerektiren bir konuda yeterince araştırma yapıp konu üzerinde saatler harcadığımız zaman bilincimizle bu konu üzerinde düşünmeye başlarız. Günlük hayatımızda, bilinç ve bilinçdışı sürekli birbirini baskılar ve bilincimizle bir konuya odaklandığımızda bilinçdışını devre dışı bırakmış oluruz. Fakat yaratıcılık gerektiren konularda hem bilincin hem de bilinçdışının yardımına ihtiyaç duyarız. Bu sebeple yeterince çalıştığımıza inandığımız noktada ara verip bilinçdışının ortaya çıkmasına izin vermemiz gerekir.

…kavrayış, sık sık da bilinçli titizlik, bilinçli gerginlik gevşetilinceye kadar doğamaz. Böylelikle iyi bilinen bir olguyla karşılaşıyoruz: Bilinçdışı hamle, yoğun bilinçli emekle, gevşemenin değişimlerini gereksiniyor … bilinçdışı kavrayış sık sık geçiş anında oluşuyor.

Kitapta verilen anektodlara göre ünlü matematikçi Poincaré denklemlerinden birisi için aylarca çalışmış fakat denklemi çözemeden askere gitmesi gerekmiştir. Askere giderken otobüse adımını ilk attığı anda çözüm kafasında belirir. Üzerinde çokça düşünüp saatler harcadığımız o konu, biz her ne kadar başka şeyler yapmaya başka şeyler hakkında düşünmeye başlasak da kafamızın arkasında bilinçdışımız tarafından düşünülmeye devam eder. Einstein da aynı şekilde bir arkadaşına neden en iyi fikirler aklıma sabahları tıraş olurken geliyor diye sormuştur.

Kitabın Orijinal Kapağı

May, televizyonun insanların odağını sürekli kendi üzerlerinde tutarak insanların düşünmesini engellediğini ve bilinçdışını baskıladığını ifade eder. 1975 yılında ilk defa basılan kitap televizyonlarla ilgili endişesini dile getirirken günümüzde olacaklardan habersiz bir şekilde insanlığın durumunu eleştirir. Günümüzde ise durum daha da vahimdir. Her an yanımızda taşıdığımız telefonlar ilgimizi sürekli kendisinde tutmakta ve bilinçdışımızdan gelecek olan düşünceleri engellemektedir.

Bana öyle geliyor ki modern telaşe uygarlığımızda yaşayan insanlar, radyo ve TV’nin sürekli bangırtısı arasında, kendilerini ister TV izleyiciliğinin edilginliği cinsinden olsun, isterse konuşmanın, çalışmanın ve etkinlik için etkinliğin cinsinden olsun, her çeşitten uyarıya tabi kılarak, sürekli meşgaleler yüzünden bilinçdışının derinliklerinden çıkıp gelecek kavrayışlara yol açmayı gitgide daha zor buluyor. … Bilinçdışımızdan gelecek kavrayışları yaşamımıza alabilmek için, kendimize tek başına olabilme yetisini kazandırmak zorunda olduğumuz açık.

Bütün bunları kendi proje sürecimizle birlikte düşünmek gerekirse, saatler süren yoğun çalışma temposunun gerçek bir ara verme gerektirdiği aşikardır. Özellikle “starchitect”lerin yüceltildiği, aşırı mesai yapmanın kutsandığı günümüz dünyasında Rollo May’in öğütlerine kulak vermeliyiz. Fakat ara versek de gerçekten dinlenebiliyor muyuz? Bence kendimize sormamız gereken asıl soru bu. Ara vermek için yemek yediğimizde karşımıza bir dizi mi açıyoruz yoksa gerçekten zihnimizi mi dinlendiriyoruz? Belki de kısa bir yürüyüş yaparak karşımıza çıkan engellere yaratıcı çözümler bulabilecekken kendimizi daha da fazla içeriğe mi maruz bırakıyoruz?